Öz
- Zeynep Doruk
- 19 Oca 2020
- 3 dakikada okunur
Sonsuz olasılıklar diyarında, tutku, acı, hayaller ve hayalkırıklıklarıyla boğuşan ruhlarız aslında. Bütün bunları yaşarken bazı insanlar bizim yolculuklarımıza eşlik ediyorlar. Kaderin ya da tesadüfün, artık nasıl görmek istersek, karşımıza çıkardığı zorluklar, yokuşlar, sınavlar var.
Shakespeare'in yazdığı gibi;
"Bütün dünya bir sahnedir...Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu...Girerler ve çıkarlar...Bir kişi bir çok rolü birden oynar. Bu oyun insanın yedi çağıdır. İlk rol bebeklik çağıdır, dadısının kollarında agucuk yaparken...Sonra mızıkçı bir okul çocuğu... Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı ayağını sürüyerek okula gider.Daha sonra aşık delikanlı gelir, iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şiirleriyle... Sonra asker olur, garip yeminler eder. Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç ,savaşta atak ve korkusuz, topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar. Sonra hakimliğe başlar, şişman göbeği lezzetli etlerle dolu, gözleri ciddi, sakalı ciddi kesimli... Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur ve böylece rolünü oynar. Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle, gözünde gözlüğü, yanında çantası gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir. Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir. Son çağda bu olaylı tarih sona erer. İkinci çocukla her şey biter. Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiçbir şeysiz..."
Her birimiz bu aşamalardan geçiyor gibi gözüksek de aslında bazılarımız bazı çağlarında kalıveriyor. Roller değişiyor. Bazen hep mızıkçı bir okul çocuğu gibi kalıyoruz ömrümüzün sonuna dek. Bazılarımız palyaçoluk evresine geçemeden bu dünyayı bırakıp gidiyor, bazılarımız hep agucuk yapıyor, öbür çağlara geçmeyi reddederek... Bazılarımız da altın kafeslerini kırıp acıyla kavrulup şekilleniyor, potansiyeller ancak bazı sınavları yıldızlı pekiyi ile aşarak ortaya çıkıyor.
Ne yazık ki, seçtiğimiz roller başkalarının hayatlarını da etkiliyor, bize en yakın olanların. Ve aslında her çağımızda, dikkatlice bakarsak ya yanımızdakiler değişiyor ya da onlarla olan iletişimimiz; bazıları sonsuza dek hayatımızdan çıkıyor, bazılarından biz vazgeçiyoruz. Sevdiklerimizle aynı frekansı yakaladığımız anlar aslında en mutlu anlarımız.
Fakat acı bir gerçek var, özde yalnızız. Bütün erkek ve kadınlar hayatımıza girip çıkarken, biz yalnızız. Herkes bir yere kadar eşlik edip gidiyor. Bunu isyan etmeden kabullenmek çok önemli. Çok zor. Herkes, biz izin verdiğimiz ve/veya kendi kapasiteleri ne kadarsa o kadar verebiliyorlar bize. Onlardan daha fazlasını isteyebiliyoruz, bazıları buna hazır değilken, diğerleri kendiliğinden zaten verir durumda oluyorlar. Nereye kadar, kimse bilemez. Almaya alışıksanız, vermekte zorlanabilirsiniz. "Benim de sınavlarım var" deyip işin içinden sıyrılabilirsiniz. Doğrudur ama biliyor musunuz? Bu tür bir paylaşımı satın alamazsınız; onu dilenemezsiniz, onu çalamazsınız... Onu birisi size ancak gönül rızasıyla verir. Ya da vermez. İçten gelmeyen bir fedakarlığın ya da bir paylaşımın kimseye bir faydası yoktur.
En çok ihtiyacınız olduğunda yapayalnız kaldığınızda ne olur? Çevrenizde size can-ı gönülden yardım etmek isteyenler varsa, ne mutlu size, biraz daha güçlü olursunuz. Peki ya siz, insanları, hayvanları, içinde yaşadığınız gezegeni başka türlü seviyorsanız? Başka türlü sevilmek istiyorsanız? Bu durumda çırılçıplak, bomboş, terkedilmiş, özlem duyduğunuz sevgisiz kaldığınızda sizi kim yerden kaldırır? Ne yapılır? Nasıl davranılır? Kaçılır mı? Kalınır mı? Agresifleşilir mi? Sakinleşilir mi? Yardım istenir mi? Kim ne kadar yardım edebilir?
Herkesin başka bir yöntemi var sanırım. Ortak bir reçetesi yok. Sadece özde yalnız olduğumuz ve sınavlarımızın her birini tek başına vermek zorunda olduğumuz gerçeği var elimizde. Kimsenin merhameti, sevgisi, saygısı, maddi manevi desteği olmadan ayakta durmak zorundayız. Her birimiz önce kendi kurtuluşumuzdan sorumluyuz.
Karanlıklar içimi tamamen kapladığında bazen büyük resmi göremiyorum, sanırım çok da anormal değil, ama hatırlatmaya çalışıyorum sürekli kendime. Bünyemin kabul etmediği anlar olsa da, derinlerde bir yerlerde de biliyorum sanki bunu. Ama işime gelmiyor. Bir sürü sınavla tek başıma mücadele etmekten çok yoruluyorum bazen ne yalan söyleyeyim, ama bu zamana kadar paylaşılanları hatırlıyorum. İyi- kötü hepsini. Bunları yaşamaktan ötürü ne kadar şükran dolu olduğumu hatırlıyorum. Güzel günler yaşamadık mı? Her zaman herşey karmaşık mıydı? Hayır. An itibariyle ne yaşıyorsak yaşayalım, nankörlük etmememiz lazım.
İşin özü; kurtuluş içerlerde bir yerde... Belki gözyaşlarıyla içimizi temizleye temizleye çıkacak ortaya, pırıl pırıl biçimde. Emin olduğum tek şey başka bir yerde, birinde, bir şeyde aradığımız sürece o gücü bulamayacağımız. Bunu artık biliyorum. Bu da bir şeydir, değil mi?
ZD
Comments