top of page
Ara

Algıda gerçeklik

  • Yazarın fotoğrafı: Zeynep Doruk
    Zeynep Doruk
  • 22 Ara 2019
  • 3 dakikada okunur

Her şeyi kişisel algılamaya ne kadar meraklıyız, değil mi? “Bu bana yapılır mı?” “Ben olsam ona böyle yapmazdım” “Ya ama bizim aramızda başka bir bağ vardı...” vs vs vs... Bütün bu söylemlerin başlangıç noktası biziz, ama bitiş noktası başka biri. Dolayısıyla hata yapmamız çok olası; oysa olan neyse onu olduğu gibi kabul edebilsek bir zamanlar değer verdiğimiz ya da hala değer verdiğimiz insanlarla herhangi bir yol ayrımı bize bu kadar acı vermeyecek.

Benim canım, çok değer verdiğim biri bana "bence" bir yanlış yaptığında çok yanıyor mesela, bu yukarıda saydığım cümleleri kurarken buluyorum kendimi. Ama sonra hemen hatırlatmaya çalışıyorum kendime, “Bu verilen tepki/ söylenen söz/ yapılan hareket seninle alakalı değil, o karşındaki insanın oluş biçimi ya da öğrenilmişi, sana özel bir yanlış yok, hatta belki yanlış da yok, şu an bu deneyimi acıya çeviren sensin.”

İnsanın sürekli kendine hatırlatması gerekiyor bunu. En azından otomatikman böyle düşünür hale gelene kadar. Çünkü ne büyürken, ne de koskoca bir insan olduğumuzda kimse bunu bu şekilde anlatmıyor. En yakın arkadaşınıza ya da ailenizden birine ya da sevdiğiniz insana “size yapılan yanlışı” kendinize acıyarak yoğun duygularla anlatınca, karşınızdaki insan sizin tarafınızda olduğunu hem kendine hem size göstermek için size sadece hak vermekle kalmıyor, olan duruma daha fazla sinirlenmenize yol açacak başka ifadeler de kullanıyor. Dolayısıyla siz, kendi içinizde bu meseleyi çözememekle kalmıyor, bunu yakınlarınızla bu şekilde paylaşarak, kendinizi içinden çıkılması imkansız bir döngüye sokuyorsunuz. Bu arada size “yanlış yapan” insanın bütün bunlardan hiiiiiç haberi yok.

Peki ne yapmalı? Kimseyle bağ kurmayalım mı? İncinecek kadar kalbimizi açmayalım mı? Hiç kimseye gerçekten değer vermeyelim de mış gibi mi yapalım? Bu biraz da insanın savunma mekanizması ile ilgili... Kimisi zaten bu şekilde yaşıyordur, kimisi kapanıyor bir daha açılmıyordur, kimisi zaten öyle kolay kolay içli dışlı olmaz, kimisi ne yapsa ne etse yine tüm kalbiyle sevip kaçınılmaz olarak incinip durur.

Oluş biçimimizi değiştirmektense, verdiğimiz tepkileri kontrol etmeyi deneyebiliriz belki. Her şeyin bir tercih olduğunu unutmamak gerekir. İnsan başına gelen şeyleri seçemez ama vereceği tepkiyi seçebilir. Hani derler ya, “Gerçekten gülmeseniz de, gülüyormuş gibi yapın, kahkaha atın, beyniniz bunu gerçek zannecek ve dopamin salgılayacaktır.” Yani aslında beyninizi bile, beyninizi kandırdığınızı bilerek kandırabiliyorsunuz, ne acayip. Sonra o sizin gerçekliğiniz oluyor. Dolayısıyla yarattığınız “gerçek” gerçek olmayabilir, ama önemli değil, çünkü her şey onu nasıl algıladığınıza bakıyor.

Eğer bir bağ size zarar veriyorsa, karşınızdakinin ne düşündüğü ya da ne yaptığından bağımsız olarak, siz kendinizi seçin. Kendinize acımayı değil, karşınızdakine sövmeyi değil, o bağı istediğiniz gibi sürdüremeyeceğiniz için üzülüp ağlamayı da değil. Sadece farklıyız ve bunu derhal kabul etmemiz gerekiyor, o kadar. Siz olsaydınız öyle yapmazdınız, evet; ama işte karşınızdaki siz değil. Sizin yapmayı seçeceğiniz şeyin de karşınızdaki insan için doğru olup olmayacağı belli değil.

Bütün bunların neticesinde, çok değer verdiğiniz bir insanla yollarınızı ayırmanız ya da samimiyetinizin seviyesinin değişmesi acıklı değil, bazen sağlıklı ve hatta gerekli olabilir. Bunu yargısız ve kişisel olarak algılamadan yapmamız çok önemli, yoksa yine başladığımız noktaya gelmemiz kaçınılmaz.

Herkesin yolculuğumuza eşlik ettiği süreler var, ama yolculuk sadece ve sadece bize ait. Kimin yanımızda ne kadar kalacağını, kiminle daha fazla yürüyüp, kiminle artık yollarımızı ayırmamız gerektiğini büyük bir dikkatle seçmemiz lazım. Hem kimbilir, günün birinde başka koşullarda belki yine karşılaşırız, bir süre yine yanyana yürürüz, zamanı gelince yine farklı yönlere saparız.

Altın kafesimizin bize kanatlarımızı unutturmaması lazım. Kendimize haksızlık etmeden, yaşam denilen şeyin bir yolculuk olduğunu unutmadan, yalnız/parasız kalmaktan korkmadan yaşamayı önceliğimiz haline getirsek hayatın renkleri kendi içinde değişip dursa da hiç solmaz.

Her şey gelip geçici. Hepimiz ölümlüyüz. Yaşadığımız hiçbir şey tek başına bir şey ifade etmiyor, farkındalık seviyemiz ve algılarımızla bir yargıya dönüşüyor.

O zaman neden acı çekmeyi seçelim?

ZD

 
 
 

Comentários


Join my mailing list

Thanks for submitting!

© 2023 by The Book Lover. Proudly created with Wix.com

bottom of page