Motivasyon üzerine felsefe
- Zeynep Doruk
- 2 Şub 2020
- 3 dakikada okunur
Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşımla konuşuyorduk… Uzun zamandan beri motivasyonumuz düşük, hiç bir şey yapmak istemiyor canımız. Suçu geçen yaz hayatımı mahvetme noktasına getiren tiroidime atabilirim aslında ama dürüst olmak gerekirse bendeki bu atalet hissi hastalığım çıkmadan da vardı, tıpkı o konuştuğum arkadaşımda olduğu gibi. Sonra çevremdekilerle konuşurken farkettim; herkeste bir tembellik, bir uyuşma var...
Çoğu insan "Aman canım havalardandır… Kış mevsimini hiç sevmem zaten... Krizden dolayı da olmuş olabilir" gibi konu üzerine kafa yormadan yaşamlarına bir şekilde devam ediyor. Neticede kimisi günde 15 saat uyuyor, kimisi boş boş televizyon seyrediyor, kimisi bütün gün evde, kimisi eve girmiyor, kimisi de kendini internete kaptırmış; herkes ister istemez beyninin bu konu üzerinde yoğunlaşmasını engellemeye çalışıyor.
Bazılarımız, ki bunların içinde ben de varım, bu hissi kurcalayıp duruyor;
"Ben neden böyle hissediyorum? Ne yapmam lazım?" diye düşünüyor. O konuştuğum arkadaşım "İşin acısı farkındayım böyle olduğumun ama farkında olmanın hiç bir işe yaramadığının da farkındayım. Hiçbir şey değişmiyor, hala öyle bir şey yapmak istemeden ve yapmayaraktan devam ediyorum" dedi.
Onun üzerine de ben,
"Belki de kendimize bunu yapmak içn de izin vermeliyiz, her şeyin bir nedeni varsa- ki ben bunun doğruluğuna inanıyorum- o zaman bunun de bir nedeni var ve belki bunu da deneyimlememiz, kendimizi biraz rahat bırakmamız lazım. Biraz"nefes"e ihtiyaç var…
Şahsen ben giderek daha az hırslı ve azimli oluyorum. Zamanında kendimi çok zorladığım icin belki de. Hiçbirimiz makine degiliz, beynimizden ve bedenimizden bazen çok şey bekleyebiliyoruz ve her zaman kullanıma hazır bekleyen bir enerji birikimi olmayabilir. Daha normal bir şey var mı? " dedim.
"Beynim böyle eğildi, ruhum da, eskiden hoşuma gidiyordu, dersler hep hoşuma gitti ama şimdi yük olarak algılıyorum bunu… Dediğin gibi nefes isteyebilir vücut, demek ki böyle olması gerekiyormuş, sen direnirsen, reddedersen yorulursun daha çok, zorlama, kasma, bırak, her şeyin bir sebebi var demek ki böyle olması gerekiyor şu anda. Karakter hep çalışan ve azimli olunca, bir anda bu özellik yok olunca biz de şok geçiriyoruz haliyle ve direniyoruz ama direnmemek gerek (hırpalayarak direnmemek gerek demek istiyorum) sorgulamaktansa sormak daha mühim herhalde" dedi.
"Galiba öyle. Bizi biz yapan tek şey çalışmak ve azimli olmak değil… Bunları yapmayınca da değerimiz azalmıyor veya yok olmuyor; belki de bunu görmemiz lazım. Başka yönlerimizi, eğilimlerimizi, gizli köşelerimizi yoklamamız, bulmamız gerekiyor belki de…" dedim.
Bunların üzerine “Ama sanki çalışmaya alışık tarafa yavaşça tembel his kendini tanıtıyor ve çalışmaya alışık o taraf bu tembelliği içine çekiyor, emiyor: ben bunu engellemek istiyorum…dedi arkadaşım.
"Tembelliğe karşı proaktif bir şekilde savaşmayalım demiyorum ben aslında. Yani tepkisiz kalalım, sorgulamayalım, ne olursa olsun düşüncesinde değilim ama "kendini hırpalama" konusunda ciddi sorunlarım var. Eskiden kendimi hırpalamadan ilerlemeyeceğime inanıyordum, şimdi kendimi hırpalayarak ilerleyemeyeceğimi keşfettim. Bu çok önemli.. Enerjiyi doğru kanalize etmeyi öğrenmek kolay iş değil.. "Nereye ne kadar ne veriyorum? Karşılığında ne alıyorum? " diye içsel bir hesaplaşma yaşamak zorundayım. Herkes bunu yapmak zorunda yoksa tıkanıp kalıyorsun bir yerde. Bedenine zarar verebiliyorsun, ilişkilerini hırpalayabiliyorsun, bir şeyleri hakkını vererek yapmak amacıyla kendini yavaş yavaş yoketmeye doğru gidebiliyorsun.. O zaman bedenin ve ruhun sana "Dur!" diyor... Sana işaret veriyor.. "Rahatla" diyor... "Biraz yavaşla.." Uç taraflara alışkın olanlar için "biraz yavaşlamak" bazen tamamen durmak anlamına gelebiliyor… Bu da döngülerden biri ve belki buna zaman zaman izin vermek gerekiyor." dedim.
Sonra yine kendi içime döndüm… Ara sıra her şeyi bırakıp uzaklarda, köhne bir evde, kitaplarım ve müziklerimle kendi domateslerimi yetiştirerek yaşama saplantım doğuyor. Pılımı pırtımı toplayıp gidesim var.
Ben hastayken beni ziyarete gelen bir arkadaşım, "Kaçıyorsun" dedi.. "Kal ve yapman gerekenleri yap." Kendime getirdi bu beni.
"Yapmam gerekenler var."
Daha önce bir şeyi yapmam gerektiği için değil, gerçekten istediğim için yapıyordum, ama hayat böyle bir şey değil, "Keyfim yok o yüzden tüm dünyaya küsüyorum.” deme lüksümüz yok.
İşin aslı, her şey bir deneyim ve sonuçlara bakmaktansa sürecin bizzat kendisine odaklanmak "varolmanın dayanılmaz hafifliği"ni derinlerde bir yerde hissettirebiliyor bize. Ne kadar çok şey öğrensek ve bildiğimizi iddaa etsek de hayat her gün bize kendinin ve kendimizin bilmediğimiz yönlerini gösteriyor... Bir hayat yetmeyebiliyor kendimizi veya hayatın arkasındaki gizemleri çözmeye...
İçimizde varolan değişik değişik hisleri, tepkileri, karakterleri ve sığındığımız altın kafesleri oldukları gibi kabul etmeye ve sevmeye başlamamız gerekiyor.
"Dünya berbat bir yer, insanlar çok kötü" diye mızmızlanmakla vakit kaybetmek yerine içimizdeki berbatlıkları, kötü tarafları görmeye izin vermemiz, sindirmemiz ve değiştirmeye hazır hale getirmemiz gerekiyor ki bizimle beraber dünya da biraz daha güzelleşsin. Bizi kurtaracak Mesih'ler, uzaydan gelen yaratıklar, ilahi müdahaleler yok, olmayacak da. Biz kendimiz bir şeyler yapmazsak, sevgiye daha çok yer açmazsak, hiç bir şey değişmeyecek.
"Bir insanı sevmekle başlar her şey, bakarsın bir insan bir evren oluvermiş..."
Birini sevebilmek için kendimizden başlamamız lazım, bilmem ki bunu neden sürekli erteleyip duruyoruz... Fikri olan?
ZD
Commenti